17 Nisan 2010 Cumartesi

Chasing rabbits.

Belki de kahveden. Belki de biradan. Belki de sigaradan Belki de aynı cümlelerden. Belki de aynı şehirden. Aynı duvarlardan,aynı insanlardan.
Aynı diyaloglardan. Ciltleri değişmiş-aynı cümlelerden oluşan kağıtlardan. Sesleri değişmiş-aynı sözlerden.
Belki de benden.
Belki de senden.
Ama en çok da kendimden.
Sıkıldım.

Evet,saçmalicam şu an. Neden mi,sıkıldık yazmadık mı daha demin?
Kasan cümlelerimden de sıkıldım,bu yüzden enseye şaplak bir entry girmek istedim. Herkese saydırıcam evet. Çünkü yapacak daha iyi bir işim yok,şikayet etmekten başka. 20 yılımın en az 10 yılını şikayet ederek geçirmişimdir muhtemelen,ama benim sorunum değil küçük prenses tavırlarımı kimsenin çekemiyo olması,bu yüzden,kendimin de çekemiyo olmasından ötürü olsa gerek,dadaist bir entry girmekteyim an itibariyle.

Öncelikle,sevgili R.Ş. (çok şifreliyim yeğen),20 yıldır ben seni çözemedim. Artık umrumda da değil biliyomusun,aramışsın-aramamışsın,sarılmışsın-sarılmamışsın,hayatımda varmışsın-yokmuşsun. Kafama artık takamicam. Artık 6 yaşımda çekildiğimiz fotoğraflara bakıp üzülemicem,neden diye soramicam kendime. Sıkıldım çünkü bunu yapmaktan. Seni geçiyoruz,sırada çok sevgili N.Ş. var; en çok da senden sıkıldım. Ben her otobüse bindiğimde arkamdan ağlamandan,ve senin beni göremeyeceğinden-otobüsün yeterince uzaklaştığından emin olunca benimde ağlamamdan çok sıkıldım. Hayatının bu kadar kötü olmasından,56 yılının bu kadar acımasız geçmesinden,herkesin derdini çekmenden ama kimsenin senin derdini çekmemesinden,hep üzülmenden,hep mutsuz olmandan-çok mutsuz olmandan sıkıldım.
Kendime de girerdim şimdi ama,gereği yok,asıl kendimi hiç çekemem şu an.
Dada.

Evden çıkmaktan-evden çıkmamaktan.
Jane Austen olmaktan,Wilde'dan,Sartre'dan,hepsinden sıkıldım.
Ve artık umut-wait for it- etmekten, kısacası -here it comes- 'UMUT' kelimesinden sıkıldım.
20 yıldır ediyoruz lan,nereye ediyoruz kime ediyoruz? Hala gecenin üçünde kahve içerek bunları yazıyorum ben? Neye inanıyoruz,hayır neyin olmasını bekliyoruz ki?
Ha pardon,çok özür dilerim,evet 'O'. Gelicekti bi gün falan,çok sevicektik-çok sevilicektik falan. Falan feşmekan. Bizi kurtarıcakmışta,alıp götürücekmişte,elimizde Dorian Gray'in Portesi'ni görücekmişte. Hepsi tesadüf işiymişte. Bi gidin lan. Gerçekten gidin. Gelmeyin ama geri. Summer'ın da allah belasını versin.
Bu film benim için bitmiştir,daha da izlemem.
Dada.

Bavulumu alıp Paris'e kaçıyorum,bi süre gözükmicem ortalarda.da.dada. Hadi neden diye sorun,sormadınız?Olsun ben gene de söyliyim,SIKILDIM.

Dada ki ne dada.

Bugün bi çeyrek bilet daha aldık,bakalım,o çıkarsa sıkılmaktan vazgeçebilirim,asıl o zaman tanımicam alayınızı. Hadi bakalım der giderim.

Dada.


15 Nisan 2010 Perşembe

the ones i love most.

Pheobe and Mike


Monica and Chandler


Lily and Marshall


Chuck and Ned


Carrie and Mr.Big


Summer and Tom


Allie and Noah



Rebecca and Luke

14 Nisan 2010 Çarşamba

sex and breakfast

'' I always wanted to see another couple fuck. Like,in front of me. I'ts just a curiousity thing. Something i wanna see before i die. Is that normal honey? ''
''Honey,there is no such a thing as normal. ''


Merak konusudur bir yerde seks. Zaman zaman herkes görmek,izlemek ister diğer insanları ve diğer çiftleri. Neye benzediğini görmek için. Nasıl olduğunu,nasıl göründüğünü,nasıl göründüklerini görmek için. İki kişi arasında yaşananlar merakı her zaman gidermezler. Görmek gereklidir çünkü merakı gidermek için,oysa ki ne kendinizi izleyebilir ne de kendinizi görebilirsiniz sevişirken. Evet,tamamen hislere bırakmışsınızdır kendinizi. Görmek önemlidir. Hisler geçici,görünenler ise kalıcıdır,kazınırlar hafızaya.


Peki ya görmek? İyi bir şey değildir bu,bana kalsa görünmemeyi tercih ederim. Ama görüldüğümü bildiğim için bu işi en iyi şekilde yapmaya çalışıyorum. En iyi şeklimle görünmeye çalışarak. Beni kaçınız kötü/çirkin/özensiz bir şekilde gördünüz? Evet,bunun cevabı hiçbiriniz,çünkü görülme işinden de alnımın akıyla,en iyi şekilde çıkmaya çalışıyorum. Bunda başarılı olduğumu da söyleyebilirim. Çoğu zaman. Evet,çoğu zaman.
Ama artık istemiyorum bunu. Görülmeyelim,sen ve ben. Işıklar olsun,ama o ışıkların altında yalnızca senin gözlerin olsun beni izleyen. Yüzümde,dudaklarımda,vücudumda dolaşsın gözlerin,sadece senin gözlerin. Çünkü isterim ki,tek bir kişiye ait olmayım. Tek bir kişi, 'O' kişi görmeli beni. Yalnızca onun gözleri süzülmeli vücudumda. Bu yüzden görülmeyi sevmiyorum,sergilenmeyi,ifşa olmayı. İfşa olmaktır görünmek,savunmasızlıktır,her bir çift göze açık olmak-dolayısıyla da tehlikeye açık olmaktır. Sen sakla beni,yalnızca senin gözlerine ait olayım. Tıpkı sadece senin ellerine ait olduğum gibi.


İlişkide yalnızca karşısınızdakinin ellerine aittir vücudunuz,değil mi? Peki ya gözler? En önemli kısmını neden hep gözardı ediyoruz? Asıl onlardan kaçınmak gerekmez mi? Yalnızca karşındakinin gözlerine ait olmak gerekmez mi?


Sıcacık bir kahveyle beraber başlayalım güne,herkesten,tüm gözlerken uzak,yanlızca senin bakışlarının aydınlattığı,güzel bir sabaha-en güzel sabaha,kimseler olmadan,beraber başlayalım.


Biraz daha pancake?


22 Mart 2010 Pazartesi

The Reminder.

Saçma bir mutluluk.
Son bir saattir gülümsüyorum yok yere, en son dışarı çıktım 2 dakikalığına, kitap okurken içilen kahve sadece sigarayla gitmez, tatlı birşeyler de lazımdı. O kadar ılık bir akşam ki,o kadar güzel bir akşam ki. Sanki noel arifesi,evet yılın o zamanları benim için çok özel, eski yazılarımdan anlaşılıyor bu zaten. İçimde aralığın son günlerinde oluşan heyecanın ve umudun aynıları var yine, saçma bir mutluluk var yine. Pencere açık, yatağa gömülüp kahvemle o güzel kitaba dalmanın tadı apayrı geldi bu akşam. Bu akşam hiç bitmesin, pencerem hiç kapanmasın,kahvem hiç soğumasın,kitabım hiç sonlanmasın istedim. Diğer şeylerin hiç bir önemi yok bu akşam. Varsın O beni düşünmesin, bakışları puslu şarabın verdiği o anlamsız şehvetten olsun. Bir daha da hiç gelmeyeyim aklına, diğer şaraplarında benim gözlerim,benim adım,benim dudaklarım olmasın. Varsın O beni hiç ama hiç düşünmesin. Bu akşam kimseye yer yok. Bu akşam yalnızca ben varım. Kahvem,kitabım ve bu kutsal akşam var. Bu güzel hava,bu ılık hava var. Saçma bir mutluluk var.
Demiştim ya hani;güneş ışığı ve ılık rüzgar,artık gelebilirsiniz,ben hazırım diye. Hoşgeldiniz madem, hiç olmadığım kadar hazırım. Ve bu kez mutluyum. Saçmada olsa, mutluyum.


21 Mart 2010 Pazar

üzerine sevişmek.


yeni çizilmiş gözlerimde namuslu bir şehvet

bir korkusuzluk aldı utancımı

kıyafetlerimle yatağın kenarına itti

kısık bakan gözlerinde sarhoş bir şehvet

aksın ateşi kasıklarıma

irileşsin gittikçe göz bebeklerin

yaklaşan dudaklarındaki dumanlı arzu

değsin kırmızısı gitmiş dudaklarıma

tenime bulanmış

tenimle ısınmış ellerinin sertleşsin kavrayışları

sol tarafı bırak,orada sana yer yok

sağ göğsüm sadece senin bu gece

heyecanından ısınmış

heyecanından sıklaşmış

heyecanından teklemiş nefesin

gezinsin vücudumda

sol tarafı bırak,orada sana yer yok

vücudum sadece senin bu gece


yarınımız yok

gecelerimiz çok kısa

sevişmek lazım dört nala


18 Şubat 2010 Perşembe

breath me.

Geceleri yatagındaki o eskimiş isimler,
yenileride ekleniyor ekseriya,kimi uzun ömürlü
kimisi daha yaşanmadan noktalanmış.
Peki ya alarmın o huzursuz sesine gözlerini açtıgında hangi isim,hangi koku kalmış aklında?
Hep mi bir isme endekslemek kendini?
Bir türlü kuramadığın düzenini?
Bende isterim,
Asıl sebep olmak.
Tüm uykusuzluklara,tüm ağrılara,tüm izmaritlere.
Bende isterim,
beklenmek,birşeyleri gerçek kılmak namına uğraşılan olmak.
Bir kez de uğraşan değil,oturup bekleyen değil,
umut edilen,beklenen,endekslenen,yazılan,çizilen,söylenen olmak.

Aslında bende isterim,
yataklarda gözler kapandıgında ismimle huzur bulunan olmak.
Aslında bende isterim,
istenilen olmayı.

13 Şubat 2010 Cumartesi

hail to whatever you find in the sunlight that surrounds you.

Huzur.
Yalnızlık gerçekten güzel.
Meğerse ne kadar yorulmuşum,ne kadar sıkılmışım.
Artık telefon bile taşımıyorum.
Elbet birgün adam gibi birisi gelip beni bulur,
ama kendisi bulur.
Ben artık gerçekten yoruldum.
O kişi gelene kadar,
kendimle mutluyum,hiç olmadığım kadar.Huzurluyum.

Artık her şey dümdüz,basit,sade.Hep hayalini kurduğum gibi. Kimseden çekinmiyorum,utanmıyorum. Ki bunun için bir sebebim yok,herşey olduğu gibi.Şeffaf,benim hep olmaya çalıştığım,yeni yeni olabildiğim gibi.
Her şey basit,güzel,şeffaf.
Mutluyum.
İrem yine haklıydı,hep olduğu gibi.
Kimseye ihtiyacımız yokmuş bizim,yalnızca etrafımda ılık bir havaya ve güneş ışığına ihtiyacım var,gülümsememi aydınlatacak. Yakında bunlarda olacağına göre,
daha gelmemiş bahara,daha ısınmamış havaya,henüz esmeyen ılık rüzgara hazırım ben.
Ben mutluyum. Ve de hazırım.
Artık gelebilirsiniz.

26 Ocak 2010 Salı

Morning haze.

Baş ağrısı yerini huzura bıraktı. Garip bir huzur. Herkes yatıyor,saat tam 16.58 Ben ise kızarmış ekmekten oluşan kahvaltımı etmiş, Marquez ve kahvemle koltuğa gömülmüşüm. Kahve soğumuş,ılık. En sevdiğimden. Ama sigaralar bitmiş,paketler boş. Yine de yılmıyorum,lazım çünkü bir sigara. Rosa Cabarcas'ın fahişeleri misali,sallanmalı dudaklarımdan bir sigara. Hem kimin ne farkı var ki o kadınlardan? Ya da olabilecek en ucuz şekilde allanmış pullanmış henüz göğüsleri bile çıkmamış o körpecik kızlardan? Namus mu? Hangi namus?


Yılmadım,bir yarım izmarit buldum küllükte. Oda çok dağınık. Kedi de geliyor şimdi yanıma.Adı var,evet.Ama ben koymadım,bu yüzden yalnızca ''kedi'' diyeceğim ona.Sarman bir kedi.İlişti yanıma koltukta.En sevdiğim türden bir refakat;sessiz,sakin.Hiç bir beklenti olmaksızın bana eşlik ediyor,o da huzurlu,biliyorum.Kanıt mı?Bakın işte mırlıyor.

Ah be Marquez.Ah be Delgadina. Halbuki iki gündür ne kelimeler vardı aklımda,ne isimler.Ne cümlelere dönüşmüştü o kelimeler.Ama şu an,bir pazar akşamı,sokağındayım Cabarcas'ın.Belki de bir patatesli omlet yerim Roma Kahvesi'nde.Şu an oradayım.Şu an.Şimdilik.


Saat 17.11 oluyor.Hala herkes uyuyor.Bir tek kedi uyanık.Bir yarım izmarit daha buluyorum.Kahvem biraz daha soğuyor.Dışarıdaki karın bir önemi yok.Eve nasıl döneceğimin de bir önemi yok.Sahi,hangi ev?Bilemiyorum.Şimdilik.


25 Ocak 2010 Pazartesi

Sen söyle.

Günlerdir yazmak,sana yazmak,o gece dair şeyler yazmak istedim. Kafamda günlerdir kelimeler dönüp duruyor,hatta öyle ki,cümleler bile oluştu kafamda. Ama şu an hiç bir şey yazmak istemiyorum,biliyor musun?
Yalnızca söylemek istiyorum,bu şarkılarla seni söylemek. Seni ve o geceyi söylemek.
Söylüyorum da şimdi. Bir kaç saatlik şu yalnızlığımda,seni ve o geceyi yaad ediyorum. Sonu gelmiş sigaralarım ve henüz sonunu görmediğim şişelerimle birlikte,sana söylüyorum bu şarkıları.

19 Ocak 2010 Salı

aşk var ya.

Bir sürü şey derler, clear the area,clean state vs. Bende kendimce bazı tabularımı yıkarak yapıyorum bunu. Evet,o çok sevdiğim şarkıyı dinleyemiyordum mesela.Neden mi?Çok basit,hemen açıklayayım hatta,ilk konserde bana ilk kez aşık olduğunu söyleyip,ikinci konserde de bunu tekrarlayıp biraz renk katıp bu sefer,10 dakka sonra önümde başka bir kızı götürmenden ötürü bu adamcağızı dinleyemiyordum.Oysa ki pek severim.Ve dinleyebilirim,dinleyebilirmişim.Hatta ne de güzel eşlik edebilirmişim;
''daha biz bize doymadan,
yelkovan zamanı vurmadan,
aşk dediğin büyük yalan,
yalan var ya.''
Hatta ne duydum bakın,baharda yeniden gelecekmiş Eskişehir'e,yani bu da demektir ki üçüncü bir konser.Bakalım bu sefer ne gibi bir sürpriz beni bekliyor olacak,buradan sizlerde gelişmeleri takip edebilirsiniz.Ama her seferinde yanımda İrem'de oldu,üçüncüsünde yine öyle olacaktır,biz her türlü bakarız keyfimize,her zaman yaptığımız gibi,hala yaptığımız gibi,ve yapmaya devam edeceğimiz gibi.Koymaz artık bunlar bize,ne de olsa burada kendimizce yolumuzu bulmuş,yuvarlana yuvarlana günlerimizi geçirmeye beraberce alışmışız,birbirimize alışmışız.
Neler neler geçirmişiz,ne isimler eskitmişiz.Ve kimbilir daha hangi nicelerini eskiteceğiz,ama artık bazooka değil,bir zahmet absolut eşliğinde.(:

Çok farklı bir şekilde başlanan yazı da İrem'e ithafen sonlanmış olsun o zaman.Yarın ki finalde ikimize de başarılar madem.Çalışmaya devam o zaman.Son kez dinlensin ama bu şarkı,aşk var ya.


18 Ocak 2010 Pazartesi

cap ou pas cap?

son bir kez, son bir defa,
son bir oyuna,
son bir huzurlu,beraber uykuya,
son bir öpücüğe,
son bir yağmura,
son bir kavunlu dondurmaya,
son bir kez,son bir defa,
var mısın yok musun?

5 Ocak 2010 Salı

friends.

Ee biz pek bir şey anlamadık?
Evet güzeldi,yıllardan sonra Emrahla yine İzmit'te olmak,hemde bu kez Beyzalarla,yine Acısu'da oturmak vs. Ama ne ara 2010'a girdik,neler oldu pek anlayamadık,Eskişehir'e döndüğüm andan itibaren ''final'' sorunsalıyla karşı karşıya kalmam ve henüz nasıl başlayacağımı bilemediğim bir sürü ödevle boğuşmak durumunda kalmamda bir etki olabilir.

Ama herneyse,bu haftasonu,Çarşamba'dan itibaren daha doğrusu,çok güzeldi.O kadar özlemişim ki herkesi.İnanılmaz keyifliydi,sabahlara kadar kahve,sigara ve dedikodu yapmak.En sevdiğim insanlarla hemde.Harikaydı.Kendimi uzun zamandır ilk kez 'kendim' hissettiren insanlarla olmak,her günümü her saatimi Emrah'la geçirmek o kadar güzeldi ki.İlk kez huzurlu bir uyku uyudum.İlk kez sıcak hissettim kendimi,içim ısındı resmen.O kadar doğaldı ki,o kadar oraya,o insanlara aittim ki.Geri dönüşü hiç olmasaydı bu yolculuğun ne de güzel olacaktı,hep o insanlarla kalsaydım,ne de güzel olacaktı.

Emrah,Melisam ve Beyza.
İyi ki varsınız,iyi ki beni 'ben' yapıyorsunuz.
Sizleri çok seviyorum,sizleri çok özlüyorum,


Birlikte gireceğimiz,birlikte güleceğimiz,birlikte yiyip,birlikte gülüp,birlikte uyuyup,birlikte uyanıp,birlikte yiyip,birlikte günü bitireceğimiz daha nice yeni yıllara.

Sizleri çok seviyorum.